Yüzyılların ardından artık Dünyamız limit noktasına ulaşıyor. İlk yerleşik düzen,feodalite,krallık,imparatorluk,bağımsız toplumlar, sosyalizm, kapitalizm gibi kavramların şiddetli çatışmalarıyla geçen asırların ardından artık belli bir düzen oluşuyor.Bu noktada bir noktanın altını çizmeliyim; bu düzen ideal düzen olduğu için değil, insanların ilgisizliğinin ve çoklu diyalogların yokluğunun doğurduğu süreçlerin sonucudur.Soğuk savaş sonrası doğan tek kutuplu düzen ve kapitalizmin yaygın zeferi,bu aşamada yerini çok kutuplu düzene bırakırken kapitalizm ise zaferini koruyor ve hatta artık soru kapitalizmin hangi çeşidinin uygulanması gerektiği olarak soruluyor.
Yeni çeşidi ise devlet egemenliğindeki kapitalizm olarak adlandırılıyor.Bu analize kızacaklar olacaktır;eğer rasyonel olarak bakarsak durum bu ki ben ne kapitalizm ne de komünizm taraftarıyım bunun böyle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum.Eğer yükselen güçler olarak popüler olan ülkelerin 4 önemli ülkesinde de-Çin,Rusya,Hindistan ve Brezilya- bu tür bir kapitalizm görüyoruz.Özellikle komünizmin kapitalizme karşı zaferi olarak adlandırılan Çin-ABD rekabetine de gerçekçi bakarsak bu durumun böyle olmadığını görebiliriz.ABD,zaten yıllarca artan cari açıkla sürdürülebilir bir model olmaktan çok uzaktı ve çöküşü göreceği çok belliydi.Çin modelinde ise zafer komünizmin değil,Batı vizyonuna sahip kapitalizmin uygulanabilir ilkelerini iyi bilen devlet adamlarının politikalarıdır.Çin,ABD'nin çöküşünü hızlandıran büyük uluslararası şirketlerin sermayeleri ile bu noktaya geldi.Hala öz kaynaklar ve üretim konusunda büyük sıkıntılar yaşıyorlar.Tam kapitalizmin tek eksiği olan devlet denetiminin olmadığı serbest ticaret modeli ise yeni lider Xi Jinping'in döneminde geleceğe benziyor.Gerçekten istenilen zafer böyle bir şey mi?Çin bugün yıllarca çektiği yabancı yatırımın sorunlarıyla uğraşıyor.En başta çevresel kirlilik insanların geleceğine önemli bir blok koyuyor.Bunun yanında ülkede üst kısımda artan yolsuzluklar ÇKP'nin sonunu getirmek üzere.Burada ortaya çıkan Çin mi ABD mi çelişkisini yazının sonunda sonuçlandıracağım ondan önce hayati sırlardan bahsetmek gerekiyor.
Dünya'yı kim yönetiyor?Bu soru her zaman zihinlerde yer alır.Nice komplo teorileri bu sorunun cevabı için üretilmiştir.Gerçekten Dünya'yı bir azınlığın yönetmesi mümkün mü?
Son 2-3 asırda küresel siyasette komünizm-kapitalizm savaşına tanık olduk.Özellikle 1789 sonrası Avrupa'da keskin bir sınıf kavgası doğdu.Devamında Karl Marx önemli bir doktrin oluşturarak bu süreci başka bir boyuta taşıdı.Marx,kendi sosyoekonomik durumunun da etkisiyle zenginlere bir nefret besliyordu ve ekonomik bilgisini bu nefretle birleştirip kapitalizme savaş açtı.Ancak bu tuhaf ve Marx'ın anlam veremediği bir sonuç doğurdu.Zenginler Marx'ın doktrinini beğenmişlerdi!Hatta Marx'a bir kaç Yahudi zengin tarafından yazılan teşekkür mektupları onun aleyhine kullanıldı ve Yahudilikle suçlandı.Aslında bu teşekkürler onu rahatsız etmişti.O,zenginlerin birleşmesini öneriyor ve bunun onları yenilmez yapabileceğini gösteriyordu.Nasıl mı derseniz şöyle ki Marx,zafer için işçilerin birlik olması gerektiğini ve böylece bir eşitliğin oluşacağını öngörmüştü.Fakat bu pek mümkün değildi keza devamında o toplum yapısında eşitliğin oluşamayacağı ortaya çıkmıştı.İnsanlar aynı sınıftan olsalar bile basit şeylerden ayrışıyorlardı.İşte bu noktada 'birileri' Marx'ın eserinin diğer sonucunu gördü.Zenginler birlik olurlarsa ve insanların bu basit ayrılıklarını kullanırlarsa yenilmez olacaklardı.Bunun yanında,Marx'ın teknolojiye övgülerle dolu dizeleri bu 'birilerini' bu doğrultuda motive etti.Egemenliklerini,teknoloji ve bilimle keskinleştireceklerdi.Bu tür bir yapılanmanın oluşması için zemin de uygundu.Özellikle dönemin bilim merkezlerinden Almanya'daki analizler bu tür yapılanmaları öne çıkarıyordu,daha somut örneği ise akademisyenlerin ağırlıklı olduğu Aydınlanmışlar Örgütü vardı. 19.yy ile birlikte Avrupa'da bu tür düşünceleri savunan örgüt sayısının arttığını ve önemli üye sayılarına ulaştıklarını görüyoruz. 20 .yy'a gelindiğinde ise artık önemli adımlar atılmıştı.Örgütler mümkün olduğu kadar tek çatı altında birleştiler.Öte yandan büyük zenginler oluştu.
John.D.Rockefeller Tarihin en zengin kişisi olarak geçiyor.Servetinin günümüzdeki değeri 496 Milyar Dolar |
onur başkanı.Bir idealleri var ve insanları buna hazırlamak için her aracı kullanıyorlar-internet,müzik,sinema-.Özellikle Edward Norton'un felsefe dolu filmleri dikkate değer.İdealleri bütün ülkeleri kapsayan bir Dünya Devleti kurmak.Bu arada bu tür fikirlerin komplo teorisi olarak adlandırılması yanlıştır çünkü temel gerçekler ortadadır.Gerçek ile komplo arasındaki ince çizgiye dikkat etmek gerekir.Keza bu idealin resmi adı küreselleşme genel olarak kabullenilmiş bir kavram.
Bir Dünya Devleti fikrinin kötü bir tarafı yok.İnsanların cahilce ve basit konular yüzünden tartıştığı ülkeler düzenine göre birlik olmuş ve geleceğe bakan bir insanlık düzeni çok daha iyidir.Ancak burada tartışılması gereken bu insanların yöntemleridir.Detayına daha sonraki yazılarda ineceğim bu konuda kısa bir açıklama yapmam gerekiyor.İdealin aşamalarında Dünya'daki önemli sorunların-Örneğin kendi petrol şirketlerinin oluşturdukları çevresel sorunlar- oluşmalarına müdehale etmeyen,insanların birleşmesinde önemli engeller olan dinsel ve mezhepsel ayrımları keskinleştiren ve insanları niteliksiz yöneticilerle niteliksizleştiren bu insanların ne kadar güvenilir oldukları büyük soru işaretidir.
Bu sürecin nasıl devam edeceğine gelecek yazıda değineceğim.Kısaca sürece toplumların yaratıcı insanlarının da dahil olması gerektiğini düşünüyorum.
Değinmem gereken önemli bir nokta;Türkiye tıpkı Batı'nın çöküşü gibi bir sona doğru gidiyor.Atatürk sonrası 70 yıllık dönemdeki yönetim becerisi olmayan kişilerin ürettiği politikalar ülkeyi sürekli geriye ve cahilliğe götürdü.
Ülkelerin birer birer durumlarına sonra değineceğim.Dünya'da genel olarak bir refah düşüşü var ve bu yeni bir düzen isteği doğuracak.Bu Son Düzen'e giden son aşama olacak.Uluslararası kuruluşların raporlarına göre 2025 civarı bütün Dünya'nın sisteme entegrasyonu tamamlanacak ve ülkelerin ortak bir kuruluşa adım atması için engel kalmayacak-Bu günlerde neden Birleşmiş Milletler'in reformu konuşuluyor,2025 demişken Türkiye 2023 hedefi manidar-.Son olarak 2025'te beklenen güç dengesi grafiğini vererek yazıyı sonlandırıyorum.Katılımlarınızla çok daha verimli bir iş yaratabiliriz.Yazı yazmak isterseniz,tabiki blogun şartlarını sağlıyorsa,mutlaka yayınlarım.
Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder