25 Kasım 2012 Pazar

İnsan Doğası ve Olası Düzenin Zorunlu Dinamikleri

  İlk yazımda küresel düzen hakkındaki görüşlerimi ve blogun işleyeceği konuları kabaca işledim.Bu yazı da detay yazısından çok genel bir toplum analizi olacak.
  İnsan doğasını anlamak gerçekten çok boyutlu bir iştir.Eğer bu konuya eğilecek olursanız onlarca değişkenle karşılaşırsınız.Söz konusu bir düzen kurmak olduğunda ise işin içine insanlar arasındaki ilişkiler girer ve değişkenler katlanır.Bu değişkenler yapbozunu birleştirmenin en önemli aracı ise eğitimdir.Eğitim ile insanlara bu düzenin matematiğini öğretir; toplumların en yüksek fayda ile huzur içinde yaşamasının kurallarını benimsetebilirsiniz.Ancak ne yazıkki belki de 25.000 yılı bulan insan medeniyeti sadece 3 dönemde; tufan öncesi dönem,Antik Yunan dönemi ve Rönesans döneminde özgür akıl ve eğitimin ışığını takip etti.Bundan dolayı ne yazıkki medeniyet seviyemiz olması gerekenin çok gerisinde kaldı.
Gini katsayısı 0-1 arasında değer alır, 1'e doğru eşitsizliğin arttığı anlamına gelir
  

İnsanlar tarihin hiçbir zamanında küçük istisnalar dışında yönetime   katılımcı olmadılar.Bu olgu eğitim ve bilgi seviyesiyle doğru orantılı.Bilginin nispeten kabul edilebilir seviyelerde yaygınlaşmasıyla tek adamcı imparatorluk ve krallıklar yerini insanların söz hakkının olabileceği yönetimlere bıraktı.Özellikle Rönesans ve 1800ler sonrası Almanya'sında siyaset ve yönetime dair çalışmalar yapıldı.Ancak insanın doğası gereği toplumların kendini yönetme ilkesi çoğu zaman manipüle edildi. Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet yıllarını saymazsak son 100 yılda krallıklar şekil değiştirdi.Devletler şirketlere,krallar Ceo'lara dönüştü.Yönetim de babadan oğula geçmeye devam etti(Zengin ailelerdeki durum).Hakların uygulanmasında değişen bir şey yok; hala eşitsizlikler büyük, küçük bir zümre çoğul gücü elinde tutuyor.Gelir uçurumu artan ivmeli parabolik doğruda artmaya devam ediyor.Zengin ile fakir arasında büyük uçurumlar hayatın her  yönünde görülebiliyor.
 Peki nasıl oluyor da insanlar sessiz kalıyor?Çoğunluğu memnun etmeyen bu durum nasıl oluyor da güçlenerek varolmaya devam ediyor? Asırlarca tek adamın karar verici olduğu düzenlerde bilgiden uzak ve düşünme eyleminden habersiz yaşanmasının alışkanlıkları devam ediyor.İnsanlar hala korkuyor,yanlışlara karşı gelemiyorlar. Yanlışlar, yalanlar, kişisel hırslarla bürülü bu düzen doğrudan insanların beyinlerine saldırıyor.Eğer gerçekten ideal bir düzen istiyorsak yanlışları görmeli,bir yol haritası çizmeliyiz. Temel bir felsefe sorusudur: Gerçek nedir?Olgunun gerçek olduğuna nasıl karar verirsin?Her şey temelde yatıyor.Bu temel soruya bile cevap üretecek durumda değiliz.Bu soruda yol haritamız yatıyor.Ortada gerçek bir güven karmaşası var.Bu karmaşayı aşmak için belli bir ilkeler bütünü oluşturmalıyız.Soruya dönersek,bilimin temel adımlarından biri de olan gerçeğe ulaşma adımı cevap için aydınlatıcıdır.Eğer bir tezimiz yani fikrimiz varsa,bunu gözlem yoluyla test ederiz; eğer fikrimizi doğruluyorsa fikir doğrudur.Bu ilke belki de insan ilişkilerinin kalbinde yatmaktadır.Fakat gözler onu görememektedir.Bu ilkeyi hayatımda ne zaman uyguladıysam o zaman güvenilir bir çevre edindim.Dünya düzenini anlamamı da bu ilke sağladı.Şöyle örneklendirebilirim:''Eğer bir insanla tanışıyorsanız, kişiyle ilgili elinizdeki ilk veri onun sözleridir.İnsanlar genelde bu adımda bu veriyi doğru kabul ederler ve yeterli görürler.Toplumdaki genel huzursuzluklar, kavgalar, cinayetler bu yanlıştan kaynaklanır.Burada bilmemiz gereken insanın kolay yalan söyleyebildiğidir.İşte bunu da bilerek gelecek adımda bu sözleri değerlendirmeliyiz.Kişinin hareketleri, davranışları,diğer insanlarla ilişkileri gözlenmesi gereken unsurlardır.Bu gözlemler sonucu sözleriyle çelişmiyorsa güvenimizi kazanabilir.Bu adımdan sonrasında bu güven izlenimi verilmemeli ve kişiye bağımlılık duygusu gösterilmemelidir.Açıklamalarımın özeti,olaylara duygusal bir şekilde değil; veriler ve değerlendirmelerle yaklaşılması gerektiğidir.Günümüzün bozuk aile yapısının temelini de bu ilkenin kullanılmaması yaratmıştır.Kişi hayat arkadaşını seçerken aceleci ve duygusal olduğundan olası uyumsuzluklar kenara atılır.Halbuki bu süreçte rasyonel olunursa bu temel ayrımlar çözüme bağlanır veya ilişki sona ererek olası huzursuzluklar başlamadan bitirilir.''  Güven sorununun siyasal yönünü ele alalım.Önceki yazımda vasıfsız yöneticilere ve onların zararlarına değinmiştim.Bu insanlar,söylediklerine inanılarak seçiliyor; geçmişleri veya davranışları sorgulanmıyor.Bu da huzursuzluğun hakim olduğu ülke düzenlerinin oluşmasına neden oluyor.Hem ülkemizde hem Dünya'da durum ne yazık ki böyle.Duygusal olduğumuz bir konudan örnek vermek istiyorum.Atatürk'ün de hayatında en büyük hatası olarak gördüğüm bu hataya değineceğim.Toplumda ''Milletimiz büyüktür,kendi yolunu seçer,tarihinden ötürü her zaman büyük olacaktır'' gibi söylemler vardır.Ancak bunun gerçekle pek alakası yoktur.Toplumumuz eğitimden uzak bir toplum.Ne yazık ki kendi kararlarını vermiyor, işaret edilen kararları büyü etkisiyle onaylıyor.Zengin millet tarihinin de bunu işaret ettiğini görebiliriz.Asırlarca savaşın hakim olduğu dünyada savaş başarıları Türk devletlerini büyüttü.Burada halk katılımcı değildi ve tek adamın kararlarına bakıyordu.Bu nedenle halkın ne bir yönetim deneyimi var,ne de savaşın temel araç olmadığı bir düzene uyumu var.Ki Cumhuriyet Dönemi'ne hala uyum sağlayamadık.İşte Atatürk'ün hatası buydu,eğitimsiz ve deneyimsiz millete çok güvenerek milletin ideal düzeni kurabileceğine inanması. İnsanın önceleri açığa çıkmamış,son yüzyılda tetiklenen tehlikeli özelliği ise bireysel çıkara çoğul çıkardan daha fazla önde tutması. Bu olası düzendeki toplum düzenini kısa ömürlü yapabilir.Bununla birlikte egolar ve kişisel hedefler de huzursuzluğa katkı yapabilir.Bu 2 nokta düzeni tasarlarken akılda tutulmalıdır. Özetlersek,önce toplumlara eğitim verilmelidir.İnsanlara belli bir bakış açısı kazandırıldıktan sonra güven mekanizması oturacaktır ve böylece medeniyet seviyesi yükselecektir.Toplum tasarımı için ise sosyalizm uygun değildir; insan doğası gereği aynı niteliklere sahip olmadığından tek düze bir ortam kısa ömürlü olur.Burada kapitalizmin rekabeti öne çıkaran ilkesi kullanılabilir.Fakat bu ilke kapitalizmdeki gibi kullanılırsa düzen baştan çöker.Bu ilkenin limiti olmalıdır.Yönetim için ise 2 seçenek olası gözükmektedir.İlki toplum eğitimli olduğu için yalanlardan uzak seçimlerde kendi kararını verebilir.2. ise toplum alanlarının güven kazanmış uzmanlarının devleti yönettiği teknokrasi düzeni.Bu iki yoldan biriyle ideal bir düzen kurulabilir diye düşünüyorum. Gelecek yazılarda daha detay konular yazmayı planlıyorum. Alternatif fikirlerinizi yazarsanız yazı olarak yayınlayabileceğimi hatırlatırım.Sağlıcakla. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder